22 Kasım 2023’te Hollanda’da yapılan genel seçimlerde ırkçı söylemleriyle öne çıkan Geert Wilders’in liderliğindeki aşırı sağcı PVV beklenenin çok üzerinde oy alarak birinci parti oldu. Yaklaşık her dört seçmenden birisinin bu partiye oy verdiği göz önünde bulundurulduğunda, aşırı sağın bir süredir devam eden yükselişinin tehlikeli boyutlara ulaştığı görülmektedir.
Aşırı sağ ve populist partiler kitleleri etkileyerek ve desteklerini kazanarak yeni hükümeti kurma çabalarında ilerlerken, hem sağda hem de solda duran geleneksel düzen partileri ise güç kaybetmeye devam ediyor.
Rutte hükümetinde yer alan VVD, D66 ve CDA seçimlerden önemli kayıplar yaşayarak çıktılar. Tek listeyle seçime giren GroenLinks-PvdA oylarını artırmış görünüyor ama, özellikle PvdA eski gücünün oldukça gerisine düşmüş bir durumdadır. Son seçimler ile, geleneksel düzen partilerinin tabanlarını kitlesel bir şekilde ırkçı, aşırı sağcı ve populist partilere kaptırdıkları bir kez daha ortaya çıktı..
IRKÇILIK YÜKSELMEYE DEVAM EDİYOR
Seçimlerin ortaya koyduğu en önemli sonuç, ırkçılığın tehlikeli bir şekilde yükselmeye devam ettiğidir. Hollanda’da onyıllardır hükümet olan hem sağcı hem de reformist partilerin uyguladığı politikalar emekçilerin ve halkın sorunlarını giderek çoğalttı. Ekonomik-sosyal sorunların çoğalmasına neden olan bu politikalar aşırı sağcı partilerin yükselmesinin esas nedenleri arasında gelmektedir. Göçmenlere ve sığınmacılara karşı körüklenen önyargılar da, –ki bunlar da uygulana gelen politikalardan bağımsız düşünülemez– , ırkçı partilerin güçlenmesine hizmet etmiştir ve etmektedir.
Seçimlerin diğer önemli bir sonucu ise kitlelerde varolan tepki ve hoşnutsuzluğun daha da arttığının ortaya çıkmasıdır. Bu tepki ve hoşnutsuzluk bugün ortaya çıkmış bir durum değildir. Tepki ve hoşnutsuzluğun kaynağında onyıllara yayılan bir süreç vardır. Uygulana gelen ve onyıllara dayanan politikalara duyulan bir tepki ve hoşnutsuzluk… Sosyal haklarda yapılan kısıtlamlar, özelleştirmeler, ücretlerin geriye düşmesi, konut sıkıntısı, sağlık alanının paralı hale getirilmesi ve daha bir dizi uygulama… Bütün bu uygulamalar halkın geniş kesimleri açısından çalışma ve yaşam koşullarının her geçen gün daha da kötüleşmesi anlamına geliyordu. Yani çokça bahsedilen sosyal devlet ve sosyal kazanımlardan uzaklaşıldı ve sosyal haklar hergün biraz daha budandı. Bu uygulamalar halkın geniş kesimi açısından sürekli hak kayıpları anlamına geliyordu. Son seçimlerde ortaya çıkan durum işte bu gidişata duyulan tepki ve hoşnutsuzlukla birleşen gelecek kaygısının bir ifadesidir.
Güzel paketlenmiş bir şekilde halka yutturulan bu politikalardan yıllardır biri diğerinin yerini alarak hükümet olmuş sağcı ve reformist geleneksel bütün düzen partileri sorumludur. Kitlelerin taleplerine sahip çıkıyor gibi görünüp, hükümet olduktan sonra bu taleplere kulak tıkayan ve saldırılara tam gaz devam eden partiler de yok değil yani. İşte kitlelerin hoşnutsuzluğu ve tepkisi bütün bu olumsuz politika ve uygulamalaradır.
Yukarıda söylenenlere paralel olarak başka şeyler de yaşandı geçtiğimiz on yıllarda. Saldırıların üstünü örtmek üzere özellikle 2001 yılından sonra sosyal sorunların yerine, inançsal toplumsal kimliker öne çıkarıldı. ‘Hepimiz aynı gemideyiz’, ‘ülkemiz ve ülkemiz insanının çıkarı’ propagandasına hız verildi. Sözde ulusal çıkarlar adı altında bir milliyetçilik rüzgarı estirildi. Bu yolla insanlar, aynı sosyal statüye sahip olmalarına rağmen etnik kökenlerine, inançlarına göre ayrıştırıldı. Emekçileri ayrıştıran, bölen ve kutuplaştıran politikalar hız kazandı. Sosyal ekonomik alanda yapılan saldırılara karşı güçlü tepkiler ve karşı koyuşlar giderek zayıfladı. Bu saldırılara karşı durması gereken gerçek bir politik alternatif ortaya çıkmadı. Ortak hareket etme düşüncesi ve duyarlılığı bu alternatifsizlikten dolayı geriye düştü. Bireysel arayışlar esas oldu. Ama saldırılar çok yönlü olarak devam etti.
TOPLUMSAL HOŞNUTSUZLUK ARTIYOR
Toplum içinde bir tepki, hoşnutsuzluk ve rahatsızlık var. Bu rahatsızlık bir güce dönüşmediği koşullarda arayış başlar. Tam da bu noktada halkın sorunlarına sahip çıkıyormuş gibi görünen ırkçı, aşırı sağcı ve popülist partiler devreye giriyor. Göçmenler ve mülteciler gibi sahte düşmanlar yaratmanın yanı sıra sertleşen sosyal ekonomik koşullar karşısında kitlelerin giderek büyüyen sorunlarının istismarı üzerinden kendilerini ‘alternatif’ olarak sunan ırkçı, aşırı sağcı ve popülist partiler güç kazanmakta. Sadece güç kazanmakla kalmamakta, seçim sonuçlarından da gördüğümüz gibi iktidar alternatifi olabilmektedir. PVV de Müslüman, göçmen ve sığınmacı düşmanlığının yanı sıra halkın karşı karşı olduğu konut sorunu, ücret, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel ve önemli konularda halkın taleplerine sahip çıkacağı vaatleriyle kitleleri kendisine yöneltmeyi başardı. Sadece bu sahte sahip çıkmayla yetinmeyen PVV, ‘Hollanda’yı ve Hollandalıları birinci sıraya koyma’ gibi kimlik siyaseti üzerinden politika yaparak, Hollanda milliyetçiliğinin önemli temsilcisi olduğunu da göstermiş oldu.
IRKÇILIĞA VE SOSYAL-EKONOMİK SORUNLARA KARŞI MÜCADELE BİRLİKTE ELE ALINMALIDIR
Irkçılığa karşı gerçek mücadele, bir ırkçı partiyi ya da onun liderini öne çıkararak, ya da okların sivri ucunu sadece ona yönelterek başarılamaz. Yukarıda dile getirilmeye çalışılan ve halkın geniş kesiminin çalışma ve yaşam koşullarını olumsuz olarak etkileyen politikalar bilinçli bir tercihin sonucu olarak gelişti. İddia edildiği üzere hepimiz aynı gemide değiliz ve hiçbir zaman da olmadık. Onyılllardır uygulana gelen politikalar halka yoksulluk, işsizlik, sosyal hak gasbı olarak dönerken, küçük bir azınlık ise gittikçe zenginleşti. Bu politikaların hayat bulması için inançsal vb kimlikler öne çıkartılarak emekçilerin bölünmesi için çabalar harcandı. Kutuplaşma teşvik edildi. Irkçılık ve aşırı sağcılık bu koşullarda zemin bularak gelişip güçlenerek iktidar alternatifi olmaya kadar yükseldi.
Dolayısıyla ırkçılığa karşı mücadele yaşanan sosyal ekonomik sorunlardan soyutlanarak ele alınamaz. Sosyal-ekonomik sorunlardan koparılarak ele alınacak bir ırkçılık karşıtı mücadelenin başarı şansı yoktur. Sosyal ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalan yerli emekçilerin tepkilerinin aynı sosyal statüye sahip ve aynı sınıftan göçmenlere değil sermaye yanlısı politikalara yönelmesi büyük önem taşımaktadır. Yaşanan sosyal ekonomik sorunlarla mücadele edilmedikçe ve ırkçıların güç toplamasına neden olan demagojiler boşa çıkarılmadıkça ırkçı yükselişi durdurmak mümkün görünmemektedir. Siyasi gerçekler ekonomik ve sosyal gerçeklerle doğrudan ilişkilidir.
GÜCÜMÜZ BİRLİĞİMİZDE VE DAYANIŞMAMIZDADIR
Başta bu işe kafa yoran, içinden geçtiğimiz dönemi ve koşulları anlamaya çalışan kişiler olmak üzere bu gidişattan zarar gören ve gelişmelerden kaygı duyan herkesin, koşulların zor ama değişimin olanaksız olmadığını bilmesi gerekiyor. Yanı sıra değişimin kendiliğinden olamayacığı da bilinen bir şey.. Bireysel çözümlerin esasa ilişkin bir değişikliği beraberinde getirmediğini bunca yaşananlardan ve deneyimlerden sonra artık daha rahat görülüyor. Farklı milli ve etnik kökenlerden gelmiş olabilir ve farklı inançlara sahip olabiliriz. Bu olası farklı kimliklerimizin yanı sıra bizleri birleştiren daha önemli kimliklerimiz de var. Örneğin işçiyiz, ya da öğrenci. Aynı işyerinde ter döküyoruz, aynı sırada okuyoruz ve aynı mahallede yaşıyoruzdur. Buralarda bir arada olduğumuzdan ortak sorunlarla karşılaşıyor ya da aynı taleplerimiz olabilir. Aynı işyerinde çalışıyorsak örneğin daha yaşanabilir bir ücret için farklı kökenlerimize rağmen birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Birlikte hareket etmezsek işveren karşısında güçsüz kalır ve istediğimizi elde edemeyiz. Benzeri şey bu ülkede yaşanan durumlar için de geçerlidir. Kökenlerimiz ne olursa olsun bizleri birbirimize bağlayan şey, sosyal konumumuzdur. Dolayısıyla başarının yolu ortak sorunlarımız için biraraya gelip örgütlenmekten geçiyor. Çünkü farklı kökenlerimize rağmen aynı sosyal konuma sahibiz ve değişimi de ancak birlikte sağlarız.
Egemen sınıf temsilcilerinin ve ırkçı parti temsilcilerinin istediği de zaten insanların bireysel çözümlerle yalnızlaştırılması ve kendilerinden medet umulur hale getirilmesidir. Onun için gelişmelere seyirci kalmamak gerekiyor. Kulağa hoş gelen kolay çözümlerin olmadığını bilerek doğru politikalar ve somut talepler etrafında biraraya gelmeliyiz. Günlük hayatımızda yerli ve göçmen emekçiler olarak ortak sorunlarımız için birleşip, mücadeleyi ortaklaştırabilirsek geleceğimizi kurmak için iyi ve doğru adım atmış oluruz. Irkçılığı geriletmek de ancak böyle mümkün olacaktır. Sorunlarımızın gerçek çözümünün yerli ve göçmen emekçilerin birliği ve ortak mücadelesinden geçtiğini unutmamalıyız.
Bunun için;
Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, Hollanda’da da yükselen ırkçılığa karşı mücadele, etnik ve milli kökeni ne olursa olsun, bütün emekçilerin, bütün halkın ortak mücadelesi ile mümkündür. Bu mücadelede emekçilerin birliği ve dayanışması, onların en önemli ve biricik silahıdır.